-
Kırgınlıklar da Konuşur…
Dayanamıyorum, bu kez olmuyordu. İçimde bir huzursuzluk vardı, atamıyordum dışarı… Kime gideceğimi, sarılacağımı bilmediğim bir gecenin içindeydim yine. Biliyorum, çaresizim ve bunu kabul ediyorum. Bu hayat bana ağır işte! Ruhumun esintisi beni sürekli oradan oraya savuruyor, görmüyorsunuz. Görmüyor da değilsiniz, görmek istemiyorsunuz. Bu hikayenin sonu böyle bitecekti madem, neden bu kadar his yaşandı? Cevabı olmayan sorular ne de güzel değil mi? Bir veda busesinde hayat bulmak kadar güzel olan yaşamın içindeki bir fırtınada sallanan bir gemi gibiyim ama. Öyle bir gemiyim ki gökyüzünde kürek çekiyorum… Düşünüyorum, hayal gücüme sığmayan bir sürü nokta olduğunu fark ediyorum. Buzdağının görünmeyen kısmında kaybolup görünen kısmını bulamayan bir kaptanım işte. Duygularımın denizindeki derin boşluk işte…
-
Kalp Sesinde Kırıklık
“Bazen hissederiz nefes almak bile içimizi yakar. Geride kalanların harladığı bir ateş, yavaş yavaş ruhumuzda hakimiyet kurmaya başlar. Dayanamadığımızı sanırız, pes etmeye yaklaşırız, yolun sonunu göremeyeceğimizi düşünmeye başlarız. Bir şeyin eksikliği bizi durdurup başladığımız noktaya geri çekmeye başlar ve akıntı gibi sürükler. İçinden çıkmak istesek de başaramayız.” Fark ediyordum günden güne Nefesim bu yola az geliyordu Bir şeyin eksikliği düştü yüreğime Kalbim sesinin olmadığı yollarda yürüyordu “Bırakamadıklarımızla yaşamaya karar veririz ve yaşamayı deneriz. Denediğimizle kalacağımızı bilmeyiz… Mutluluğu aramayı yanlış tanımlamak sevenlerin suçu olmamalıydı, olamazdı. Sevgiye varana kadar gidilen yollar, dinlenilen duraklar ve çalan şarkılar ne de iyi bilirdi dertli yolcunun hayatını.” Sevgi ışıkları uzaklarda ışıldardı Kulaklarında çınlardı sessiz…
-
Anlatsam Duyar Mısın?
Soruyorum sana, Dinler miydin anlattıklarımı? Hiç konuşmadan ama, sadece susarak ve gözlerime bakarak, beni anlamaya çalışarak dinleyecektin. Bütün bunları hiç zorlanmadan yapamayacaktın ki, anlatmam için bir neden sunmadın bana. Yaptırmadığın bir şey için gelip beni sorumlu tuttun. Neden? Sana bir çiçek alıp geldiğimde ya da gözlerine bakıp güzel cümleler sarf ettiğimde hep daha fazlasını isteyerek sevginin dozunu aşmak suç değil miydi? Her zaman zaten her ilişkide tek suçlu vardır ya… Seni, bilinmezliklerde kaybolan hayallerin ve gerçeklerin yüze tokat gibi çarptığı hayatların kesiştiği noktada gördüğümde bilmeliydim bunu aslında. Bilemedim, sevmiştim işte. Hatalıydım, haklıydın. Biliyorum ama, Beni dinlemek senin için zor. Çünkü korktuğun tüm gerçekleri bilen biriyim. Seni belki de senden daha…
-
Denizlere Anlat
Denizlere anlat. De ki, benim için kendisinden bile vazgeçecek biri vardı, ben de her şeyini alıp gittim. Gururunu incittim, yalanlar söyledim, hatta iftira attım de. Yine de başıma bir hâl geldiğinde annem gibi yardımıma koştu de. Yanımda değildi ama sabaha kadar başımda bekledi, gece üstümü örttü ben bunu hissettim de. Bir şeye içlensem nefesi daralırdı de. Papatyaları çok severdi, artık yüzlerine bile bakmıyor de. Gülüşündeki tüm parıltıyı söndürdüm, ölüden farksız şimdi de. Sıkıntısıyla beni boğmazdı, sadece başını göğsüme yaslardı de. Çünkü o zaman dünyanın tüm dertlerini unutuyormuş de. Gök gürültüsünden çok korkardı; şimdi çığlıklarını gizlesin diye gök gürültüsünü bekler oldu de. Arasam belki açmaz, biraz inatçıdır. Ama bir sarılsam,…
-
Sesler ve Teller
Teller, acının sesini dinliyordu Sesler ise çaresiz telleri anıyordu Sessiz gecenin serin saatleri artık yordu Sanki üst üste gelmiş yıllar adeta bir ordu Her geçen yıl bir ruhun içinde bir anı Ruhun telleri acımaz unutur elleri Kaldırımların sustuğu yerde açan gülleri Hatırlamak gibi geçen giden bir son anı Sesler, ardı arkası gelmez bir şekilde yankılanır Ve sessizliğin ölümünde bir ışık aydınlanır Güller topraktan çıkmış, sonsuzluğun yolunda Susan tellerdeki kuşların cıvıltısı kimin umurunda “Susarak aradığın geceler senin miydi biliyor muydun? Düşündüğün her gece, aklında yankılanan her ses ve sana kendini gösterdiği her aydınlık; hiçbiri senin değildi. Sen onun ruhunda yürüyen hiçler alemindeki bir yolcu olarak yaşıyordun ve sen…
-
Mutluluyken Vedalaşmak
Lise yıllarımın başlarındayken kendi halinde ve çevresinde az insan olan ve kendisini gönül meselelerine kaptırmış biri değildim. Daha böyle yakın olarak nitelendirebileceğim arkadaşlarımla her lise öğrencisinin yaptığı şeyleri yapardım. Birini sevmeyi aslında hiç düşünmemiştim, nedendir bilmiyorum. Pişman olmaktan korkarak yaşayan biri olmadığım gibi bir o kadar da sevip kendime yakın gördüğüm kişileri kaybetmekten hep korkardım. Kız arkadaşlarım yok değildi ama arkadaş gözüyle bakmanın ötesine geçtiğim biri var mıydı işte onu bilmiyordum. Dedim ya, sevdiklerimi kaybetmekten hep korktum diye. Demeseydim dediğim yıllara girdiğimi anladığımda çok geç olmuştu. Korktuğum iki şey de başıma gelmişti. Biri zaten sevdiğim birini kaybetmekti, öbürü de birini sevmek. İnsan sevmekten neden korksun ki ya da birini neden…
-
Karanlık Dünya’nın Yaraları
“Kendi karanlığımda bırakın beni!” bu serzenişi tanıdınız mı? Muhtemelen hayır, tanıyamadınız. Hiçbirimiz tanıyamadık demek daha doğru olur. Bu serzeniş, ruhunda yaraları olanların serzenişidir. Sokak serserisi olmuş hayallerin, elden ele gezen acıların veya anıların bize sessiz haykırışlarıdır. Ama biz bunları tanımayız ki… İnsanlık işte ne kadar da korkak bir tanım. Elimizde olsa ne kadar da isteriz değiştirmeyi değil mi? Kendi istediğimiz senaryoları empoze etmeyi isteriz herkese ama edemeyince de küseriz ve sırtımızı döneriz. Ne kadar da korkağız aslında, ne kadar acınası haldeyiz. Yüzleşmekten korktuğumuz ne varsa çevremize o sıfatı yüklemeyi ne de çok severiz. Kaybolduğumuz sokaklarda birilerini arayıp yardım alacakken onları da kaybetmekten aldığımız zevki kim anlatabilir?.. O kadar sıradanız ki…
-
İçten Kanayan Yaralar Zehirler
Bizim gibi kalbinde yarayla doğanlar bilirler yaşadıklarımızı. Sevginin insanın içine işleyen bir zehir oluşunu yaşamışızdır hepimiz bir gün. Ellerimiz, kalbimiz, gözlerimiz ve daha fazla parçamız, en az bir kere acı çekmemiş midir? Hissetmemiş miyizdir acaba öldüğümüzü içten içe? Kendimizle baş başa kaldığımız dakikaları değerlendirmeyi düşünürken nasıl bir acı çekmiş olduğumuzu düşünüyoruz aslında her geçen dakikanın içinde. Bu his, içimizi kemiren, bizi günden güne yıldırmaktaydı. İnsanları tanımıyor olduğumuz hissini damarlarımıza aşılıyordu bir yandan da. Güneşin batmadığı ilişkilere güneş olanların bile hayatınızı koskocaman bir karanlığın içine bıraktığı günleri yaşıyorsunuz belki de sizler de. Bu zehri paylaşan paydaşlarız aslında hepimiz, biz insanlar, ne yazıktır ki böyle şanssızızdır. Aslında ben de öyle bir yaralı…
-
Defne Seidel
Geçen yıl tam da bu zamanlar nereden ilham aldıysam aklıma bir hikaye için bir fikir düştü. Biliyordum ki hemen oturup yazmasaydım ilham kaçıp gider, bir daha da ne kadar hatırlamak istesem de geri gelmezdi. Hemen oturdum hızlıca ilk satırları karaladım. Bu müthiş bir romanın ilk satırlarını oluşturacaktı. Aklımda bir sürü şey vardı ama önemli olan ilk satırları yazıp hikayeye başlamaktı. Sonra, sonrasını henüz bilmiyordum. Yazarlık da deneyerek öğrendiğim bir şey ve çok defa ilkleri yaşatıyor bana… – Adımın Hikayesi – Defne Seidel onun gerçek adı değildi. Yeni bir kimlik arayışındaydı. Sanki cildindeki deri kabul tutup gerilmeye başlamış, canını yakıyor gibi ismi ile boğuluyordu. İsmini değiştirirse geçmişi ile ve yok saydığı…
-
Suskunluktan Sonra…
I Bugün sana ilk kez yelken açtım Sana gelmek, sana ulaşmak için Havada uçan bir martı olmayı ilk kez bugün istedim Güzel yüzünü daha çok görebilmek için Ellerini kalbimde hissetmek istedim Suskun kalbini senden dinlemeyi de Kalemimi sana adamayı bile düşündüm Kelimeleri huzuruna çıkarabilmek için Denizdeki bir balıktın sen Ben ise gökteki bir kuş Birbirimizi görebilsek de Biliyorduk ya kavuşamazdık Bir parktayım sanki seninle Binmişiz salıncağa sallanıyoruz uzaklara Ellerini ilk kez tenimde hissediyorum Belki bir daha hissetmemek üzere Defterime açtığım son bir sayfasın sen Kalemimde kalan bir iki damla mürekkep Damlıyordu yavaş yavaş kâğıda İşliyordu adını son kez… II Bu denizler, okyanuslar, adalar Artık…